Okuma alışkanlığı kazandırmak, eğitim alanında yıllardır tartışılan üzerine projeler geliştirilen ve müfredat güncellemelerine konu edilen temel meselelerden biridir. Ancak yapılan tüm bu çalışmalara rağmen kalıcı bir ilerleme sağlanamamıştır. Türkiye’nin kitap okuma durumu ile ilgili yapılan araştırmalar, bu alandaki sorunun derinliğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Tüm bu veriler, okuma eyleminin toplumda içselleşmiş bir kültürden çok dönemsel olarak gündeme gelen ve çoğu zaman şekilsel uygulamalarla geçiştirilen bir konu başlığı olarak ele alındığını göstermektedir.
Bu yapısal sorunun izleri, büyük ölçüde ilkokul yıllarında belirginleşmektedir. Okumayı henüz öğrenen çocuklar, nitelikten çok niceliğe odaklanan uygulamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Daha harfleri yeni tanıyan bir çocuk, ödüle dayalı yarışmalara dâhil edilmekte; okuma saatleri, sessizce geçirilen, birbirini tekrar eden ve çoğu zaman anlamdan uzak dakikalara dönüşmektedir. Bu süreçte bilinçli kitap seçiminin yapılmaması da çocuğun kitapla kuracağı ilişkiyi daha baştan yüzeysel hâle getirmektedir.
Geleneksel yöntemlerin yıllardır tekrarlanmasına rağmen sonuç alınamamış olması bir tesadüf değildir. Okullar, okuma alışkanlığı kazandırma adına pek çok etkinlik düzenliyor gibi görünse de bu uygulamaların büyük bölümü, yalnızca yapılmış olmak için yapılan göstermelik çalışmalardan ibarettir. Okumanın içeriğiyle değil, sayısıyla ilgilenen bu anlayış değişmeden sorunun çözülmesi mümkün değildir. Bu nedenle özellikle eğitimcilerin, kendi uygulamalarını yeniden gözden geçirmesi ve çözüm adına işlevsel, sahaya dayalı yeni yaklaşımlar geliştirmesi kaçınılmazdır.
Sınıf içinde uyguladığım yöntemlerin de benzer bir yüzeysellik taşıdığını fark etmem, bu eleştirileri kendi pratiğimde sorgulamamı kaçınılmaz kıldı. Okuma etkinlikleri, öğrencilerin kitapla anlamlı bir ilişki kurmalarını sağlamıyor; daha çok belli bir sessizlik süresini doldurmaya indirgeniyordu. Bu gözlemler beni, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda etkileşime dayalı bir model arayışına yöneltti. Bu süreçte sınıfta yaşanan küçük bir an, yeni bir uygulamanın doğmasına zemin hazırladı.
Bu kırılma anının ardından, sınıf içinde düzenli olarak gerçekleştirdiğim okuma saatlerini yeniden değerlendirmeye başladım. Sessizlik beklentisiyle geçen, tek yönlü ve bireysel okuma süreçleri; çocukların kitapla anlamlı bir bağ kurmalarını değil, yalnızca kurallara uymalarını sağlamaktaydı. Tam da bu sırada, sessizliği bozduğu gerekçesiyle uyardığım bir öğrencimin verdiği yanıt, tüm ön kabullerimi sorgulamama neden oldu: “Öğretmenim, kitapta çok güzel bir cümle vardı. Arkadaşımın da bunu öğrenmesini istedim.” Bu cümle, kitapla kurulan ilişkinin neye dönüşebileceğine dair güçlü bir ipucuydu. Okuma, yalnızca bireysel bir eylem değil, aynı zamanda paylaşmaya değer bir deneyim olmalıydı. İşte bu düşünce, “Ortak Kitabım” etkinliğinin çıkış noktasını oluşturdu.
Etkinlik kapsamında öğrencilerimden birlikte okuma yapabilecekleri bir arkadaş seçmelerini istedim. Eşleşen öğrenciler, ya sınıf kitaplığından ya da evlerinden getirdikleri bir kitabı birlikte okumak üzere belirlediler. Sürecin ilk adımında bir öğrenci kitabın bir bölümünü okudu; ardından bu bölümü kendi cümleleriyle arkadaşına anlattı ve kitabı ona devretti. İkinci öğrenci okumaya kaldığı yerden devam ederek ertesi gün aynı şekilde kendi okuduklarını arkadaşına aktardı. Böylece kitap, iki kişi arasında gidip gelen bir okuma sohbetine dönüştü. Belli bölümleri atlamadan okumaya çalışmaları, anlam bütünlüğünü birlikte inşa etmelerini sağladı. Aynı kitabı okuyan iki kişinin, metne farklı anlamlar yüklemesi ise kitaba duyulan ilgiyi artırdı. Artık kitap, yalnızca bireysel bir materyal değil, iki öğrencinin birlikte kurduğu üçüncü bir bağ hâline gelmişti.
Kitap tamamlandığında her ikili, sınıf arkadaşlarına kısa bir sunum yaptı. Bu sunumlar, yalnız olmadıkları için öğrencilerin kendilerini daha rahat ifade etmelerine olanak sağladı. Zamanla aynı kitabı okuyan farklı gruplar da sunumlara katıldı. Etkinlik, sadece kitaplarla değil, arkadaşlıklarla da pekişmeye başladı. İkili gruplar arasında kitap alışverişi başladı, hediye kitap verme alışkanlığı doğdu. Bu süreçte öğrencilerle birlikte “Beğenilen Kitaplar Listesi” oluşturduk ve listeyi diğer sınıflarla paylaştık. Artık yalnızca bir etkinlik değil, sınıfın okuma kültürünü şekillendiren ortak bir hafıza oluşmuştu.
“Ortak Kitabım” uygulaması, yalnızca kitapla ilişkiyi dönüştürmekle kalmadı, sınıf içi iletişimi de derinleştirdi. Öğrenciler kitap sayesinde sohbet etmeyi, dinlemeyi ve paylaşmayı deneyimledi. Teneffüslerde bile bu süreci sürdüren öğrenciler oldu. Şimdi bu uygulamayı birlikte geliştiriyor, farklı biçimlerini deniyoruz. Her sınıf düzeyine uyarlanabilecek esnekliğe sahip olan bu uygulama, yalnızca bir okuma etkinliği değil, kitapla geçirilen zamanın anlamını yeniden düşünmeye davettir. Çünkü mesele, öğrencinin kitapla kaç dakika geçirdiği değil; o dakikaların kiminle ve nasıl paylaşıldığıdır.
Çok güzel bir tespit ve çözüm olmuş Enes hocam.öğrenme yolculuğunda;
YanıtlaSilKitap okumak bir amaç degil,araç olmuş sanırım.
Hocam çok teşekkür ederim.
SilDeneyip sonuçları sizinle paylaşacağım hocam.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim hocam.
SilKitap arkadaşlığı fikri ve özellikle ortak kitapla paylaşma harika bir uygulama olmuş özellikle deneyeceğim hocam elinize sağlık...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim hocam.
SilTebrik ederim Enes Hocam.
YanıtlaSilÇok verimli bir uygulama.
Keşke tüm çocuklarımız böyle kişiliklerini destekleyecek kitapların önemini hissedecekleri sınıflarda eğitim alsalar
Güzel şeyler yapılıyor.
SilTebrik ederim. Hem akademik hem de pedagojik açıdan güzel bir etkinlik olmuş. İşbirlikli ögrenmenin ayrilip birlesme teknigine farklı bir yorum olarak degerlendirilebilir.
YanıtlaSilHocam uygulamalarınızın alanda karşılığı olması çok güzel. Çok teşekkür ederim hocam.
YanıtlaSil