İkinci dönemin başlamasıyla birlikte sınıf öğretmenleri açısından farklı bir hazırlık süreci başlar: yıl sonu gösterileri. Bu süreç, birçok okulda artık geleneksel hale gelmiş uygulamaların bir parçası olarak görülmekte; özellikle birinci sınıf öğretmenleri için neredeyse kaçınılmaz bir sorumluluğa dönüşmektedir. Gösteri hazırlıkları gündeme gelir gelmez etkinlik fikirleri konuşulmaya başlanır hatta bu konuya özel toplantılar dahi düzenlenir. Velilerin, idarecilerin ve kimi zaman meslektaşların dahil olduğu bu süreçte öğretmen üzerindeki beklenti giderek artar.
Bu baskı karşısında öğretmen çoğu zaman ne yapacağını tam olarak kestiremese de bir planlama sürecine girer. Video paylaşım siteleri, sosyal medya grupları ve önceki yıllara ait gösteriler öğretmenin ilk başvurduğu kaynaklar olur. Zamanla gösterinin temel iskeleti oluşur. Ancak bu etkinliğe sadece "gösteri" demek yetersiz kalır. Zira birçok okulda bu organizasyon, “okuma bayramı”, “yıl sonu şenliği” gibi adlarla tören havasına bürünür. Böylece içerdiği görsellik, düzenleme ve beklenti düzeyi çok daha yoğun bir hazırlık sürecini beraberinde getirir. Bu tabloyu gören öğretmen, programı tamamlamak adına ders saatlerinden fedakârlık etmeyi doğal ve gerekli bir adım olarak görmeye başlar.
Hazırlık süreci kısa sürede sınıfın gündemine yerleşir ve öğrenciler farkında olmadan bu organizasyonun merkezine alınır. Süreç genellikle dans gösterileriyle başlar; popüler şarkılar eşliğinde yapılan ponponlu koreografiler tekrar tekrar çalışılır. Ardından şiir ezberleme çalışmalarına geçilir. "Bayrak" ve "Kaldırımlar" gibi klasik şiirler tercih edilir. Bu seçimde çocuğun şiiri anlayıp anlamadığı değil, ne kadar ezberleyebildiği önem kazanır. Sıra tiyatroya geldiğinde "Her çocuk sahnede görünmeli" anlayışıyla kısa skeçler programa dahil edilir. Vurgu ve tonlama üzerine yapılan sürekli uyarılarla provalar defalarca tekrarlanır. Sürecin son halkası ise koro çalışmalarıdır. O yılın bilinen çocuk şarkıları topluca seslendirilerek gösteri hazırlıkları tamamlanır. Böylece dans, şiir, tiyatro ve müzik gibi farklı alanların bir araya getirildiği, kapsamlı ve yoğun bir sunum ortaya çıkar.
Hazırlıkların tamamlanmasının ardından gösteri sunuma hazır hâle gelir. Çocuklar, haftalar süren çalışmanın ardından sahneye çıkmak için beklemektedir. Veliler ise çoğunlukla ön sıralarda telefon ve kameralarıyla en iyi görüntüyü yakalamanın telaşındadır. Etkinlik boyunca sergilenen tüm çaba, büyük ölçüde dijital kayıtlar aracılığıyla takip edilir. Harcanan emek çekilen görüntülerle görünür kılınmaya çalışılır. Böylece izleme deneyimi yerini anı kaydetme ve paylaşma telaşına bırakır. Sahnedeki çocuk ise bu kayıtların merkezinde konumlanan bir temsilciye dönüşür.
Gösteri anı yaklaştıkça provalarda yinelenen tekrarlar, uyarılar ve yönergeler belirginleşir. Çocuklar, yapmaları gerekenleri defalarca dinlemiş; etkinliğin kendi deneyimlerinden çok izleyici beklentisine göre şekillendiğini fark etmişlerdir. Hata yapmama düşüncesi, zamanla bir kaygıya dönüşerek sahnedeki duruşlarına da yansır. Bu gerginliği fark edebilmek için sahneye bir ekranın ardından değil, dikkatle ve doğrudan bakmak gerekir.
Etkinlik güçlü alkışlarla sona erdiğinde yapılan hazırlık süreci arka planda kalır; yerine izleyici memnuniyeti ve sosyal takdir duygusu geçer. Öğretmen, aldığı övgülerle sürece dair ilk çekincelerini unutur. Gösterinin etkisi sunumun başarısıyla ölçülür hâle gelir. Böylece hazırlık sürecinde yaşanan tüm ikilemler, yerini görünür bir başarı hissine bırakır.
Gösteri sona erdiğinde çocuklar, üzerlerine düşen görevi yerine getirmiştir. Öğretmenlerinin yönlendirmesiyle sahneye çıkmış, ezberlediklerini sergilemiş, yapılan hazırlıkları eksiksiz biçimde tamamlamışlardır. Hazırlanan program, okulun dışarıya sunduğu sosyal etkinlikler çerçevesinde takdir toplamış; öğretmen ve okul yönetimi açısından görünür bir başarı olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu başarı tanımı yapılırken çocukların süreç boyunca ne hissettiği ve bu deneyimin onlar üzerindeki etkisi çoğu zaman dikkate alınmamıştır.
Gösteri süreci boyunca mükemmeliyet beklentisiyle yürütülen tekrarlar, ezberlemeler ve uyarılar arasında örselenen çocuklar bu tablonun neresinde yer aldı? Anlamını tam olarak kavrayamadıkları bir etkinlik için aylarca prova yaptılar. Sorgulamadılar, sadece söylenileni uyguladılar. Onlar için önemli olan kendilerinden bekleneni tamamlamaktı. Ne hissettikleri ise çoğu zaman kimsenin gündeminde yer almadı. Oysa çocukların dünyaya bakışı biz yetişkinlerden oldukça farklıdır. Onlar için bir etkinlikte önemli olan eğlenmek ve kendilerini rahatça ifade edebilmektir. Çocuk, yaptığı işte mükemmel olmayı hedeflemez; hata yapmayı doğal karşılar. Şiiri unutursa kağıda bakar, dans sırasında sıra dışı hareketler yapmaktan çekinmez. Eğlenmediği bir etkinliği anlamsız bulur. Herkesin aynı anda aynı şeyi yapmasını sorgular. Çünkü çocuk, faaliyetin “çocukça” olmasını ister. İçten gelen bir istekle yapılan, doğallığını yitirmemiş her çalışma onun için değerlidir; gösterişten, kalıplardan ve baskıdan uzaksa anlam kazanır.
Ancak çocuğun bu doğal beklentileri, okulun dışsal yönelimleriyle her zaman örtüşmeyebilir. Öğretmen üzerinde biriken veli baskısı, idari beklentiler ve meslektaşlar arası kıyas kültürü, çoğu zaman pedagojik ilkelerin önüne geçmektedir. Oysa sınıfta karşımızda duran çocuklar, yapılacak küçük bir tercihin bile okul algılarını kökten etkileyebileceği bir gelişim dönemindedir. Yanlış bir adım, yalnızca bir etkinliği değil, çocuğun öğrenmeye ve okula dair duygu dünyasını da şekillendirebilir. Bu yaşlarda hissettirilen yetersizlik ve başarısızlık duygusu, ilerleyen yıllarda “Ben beceriksizim, yapamam” düşüncesine dönüşebilir. Bu nedenle gösteri adı altında yürütülen her hazırlık süreci, aslında bir çocuğun iç dünyasını biçimlendirme sorumluluğu taşır.
Çocuklar, bir okulun tanıtım materyali değil; eğitim sürecinin en temel özneleridir. Bir öğretmenin mesleki niteliği, sahnede sergilenmiş gösterilerle değil; öğrencileriyle yıl boyunca kurduğu güvene ve sağladığı duygusal iklime bağlı olarak şekillenir. Eğitim yılı sona erdiğinde öğrencinin hafızasında yer eden şey, kusursuz koreografiler ya da ezberlenmiş metinler değil; sınıf içindeki samimi, destekleyici ve insani bağlardır.
Bu nedenle gösteri adı verilen bu etkinliklerin içeriği kadar çerçevesi, sunumu ve dilsel ifadesi de yeniden gözden geçirilmelidir.
Etkinlik Adları Abartıdan Uzak Olmalıdır
Öncelikle etkinliklere “okuma bayramı”, “bilim şenliği”, “sanat şöleni” gibi iddialı ve beklentiyi yükselten isimler verilmesinden kaçınılmalıdır. Bu tür adlandırmalar hem ailelerde hem de öğretmenlerde gereksiz bir mükemmeliyet algısı oluşturmakta ve etkinliği doğal bir sınıf çalışmasından çıkarıp performansa dönüştürmektedir. Bunun yerine, yapılacak faaliyetin niteliğini yansıtan sade ve işlevsel başlıklar tercih edilmelidir. Örneğin “şiir etkinliği” ya da “fıkra anlatma etkinliği” gibi adlandırmalar içerikle daha uyumlu ve beklentiyi gerçekçi düzeyde tutan örneklerdir.
Planlama Süreci Sene Başında Yapılmalıdır
Etkinliklerin sağlıklı şekilde yürütülebilmesi için planlama sürecinin eğitim-öğretim yılının başında yapılması önemlidir. Ancak bu planlamayı yalnızca öğretmenin hazırladığı bir görev listesi olarak değil, öğrencilerin sürece katıldığı bir etkileşim olarak görmek gerekir. Çocukların yapılacak etkinliklerle ilgili önerilerde bulunmaları, fikirlerinin dikkate alınması ve karar alma sürecine katılmaları, etkinliği benimsemelerini ve sürece anlam yüklemelerini kolaylaştırır. Örneğin sınıf içinde yapılan bir toplantıda çocuklardan gelen “Fıkra Anlatma Günü” önerisi, yalnızca etkinliğin sahiplenilmesini sağlamakla kalmaz hazırlık sürecini de doğal bir heyecana dönüştürür.
Etkinlik İçeriği Sadeleştirilmeli ve Derinleştirilmelidir
Etkinlik içeriğinin sınırlandırılması çocukların sürece daha etkin ve anlamlı şekilde katılmasını sağlar. Farklı alanlardan çok sayıda etkinliği tek bir gösteride birleştirmek, sürenin uzamasına ve çocukların yorulmasına neden olur. Şiir, tiyatro, koro, dans gibi tüm unsurların aynı gösteriye sıkıştırılması; dikkat dağınıklığına, isteksizlik oluşmasına ve hata oranında artışa yol açabilir. Özellikle ilkokul düzeyinde uzun süren gösteriler pedagojik anlamda verimsiz hâle gelir. Bu nedenle tek bir etkinlik türüne odaklanmak hem içeriğin derinleşmesini sağlar hem de çocuğun performans kaygısı yaşamadan sürece katkı sunmasına imkân tanır.
Etkinlikler Ders içerikleriyle İlişkilendirilmelidir
Etkinliklerin amacı velileri, idareyi ya da dış paydaşları etkilemek değil; öğrencinin gelişimini desteklemek olmalıdır. Bu nedenle hazırlanan her etkinlik ders içerikleriyle ilişkilendirilmelidir. Eğitim süreciyle bağlantısı olmayan etkinlikler, çocuk için anlamını yitirir ve sadece bir “gösteri” deneyimine dönüşür. Oysa yıl boyunca müzik derslerinde öğrenilen şarkıların yıl sonu etkinliğinde paylaşılması hem kazanımların sergilenmesini sağlar hem de bu etkinliği eğitimin doğal bir uzantısı hâline getirir. Böylelikle ayrıca ders saatinden feragat edilmeye gerek kalmaz; çocuk da yaptığı sınıf içi çalışmaların değerini daha iyi kavrar.
Maddi Yükten ve İzleyici Baskısından Kaçınılmalıdır
Etkinlik hazırlıkları sırasında velilere maddi yük getirecek uygulamalardan kaçınılmalıdır. Davetiye bastırılması, özel kıyafet diktirilmesi, çocukların kuaföre götürülmesi ya da dışarıdan eğitmen tutulması gibi uygulamalar hem beklentiyi artırmakta hem de etkinliği doğallıktan uzaklaştırmaktadır. Bu tür hazırlıklar, yapılan çalışmanın ders dışı, ayrıcalıklı ve yalnızca vitrine yönelik olduğu izlenimini oluşturur. Aynı şekilde çok sayıda izleyicinin davet edilmesi özellikle küçük yaş grubundaki öğrenciler için baskı unsuru hâline gelebilir. Bu nedenle ilk etkinlikler sınıf içinde gerçekleştirilmelidir. Çocukların bu süreçteki tutumları gözlemlenmeli, hazır olduklarında ise tanıdık çevrelerden (aile üyeleri, okul personeli) oluşan küçük gruplar davet edilmelidir. Tanımadıkları kişilerin karşısına henüz hazır olmadan çıkarılan çocuklarda kaygı ve sahne korkusu oluşma riski artacaktır.
Etkinliklerde Aşırı Prova Yerine Doğallık Öne Çıkmalıdır
Çok sayıda tekrar ve prova yapılması çocukların etkinliğe yönelik ilgisini azaltmakta; motivasyon kaybına ve gerginliğe yol açmaktadır. Sürekli tekrar edilen bir uygulama zamanla öğrenmeyi desteklemek yerine baskı unsuruna dönüşebilir. Bu nedenle gereksiz prova ve tekrarlar yerine sürecin doğallığını koruyan uygulamalara yönelmek daha sağlıklı olacaktır. Hata yapmanın olağan bir durum olduğu çocuklara hissettirilmelidir. Hazırlanan etkinlik, dersin doğal bir uzantısı olarak ele alınmalı; mükemmel olma kaygısı sürecin merkezine yerleştirilmemelidir. Unutulan bir mısranın birlikte tamamlanabildiği, küçük hataların süreci bölmediği ve katılımın gönüllülüğe dayandığı etkinlikler, çocuklar için çok daha anlamlı ve eğlenceli hale gelir. Çünkü kendini beğendirme kaygısı taşımayan bir etkinlikte hata bile olumlu bir öğrenme deneyimine dönüşebilir.
Bir etkinliğin sonunda ayakta alkışlanan, dakikalarca video kaydı alınan bir gösteri sergilenmiş olabilir. Ancak bu gösteri, bir çocuğun okul algısını, öğrenmeye dair duygularını ya da kendilik değerini zedelemişse ortada alkışlanacak bir başarıdan değil, gözden kaçırılmış bir çocukluktan söz etmemiz gerekir. Eğitim, izleyenleri etkilemek için değil; öğreneni güçlendirmek içindir. Gösteri odaklı anlayış, kısa vadede memnuniyet sağlasa da uzun vadede çocuklarda “kendini sergileme” baskısını, öğretmenlerde ise “beğenilme” kaygısını pekiştirir. Bu nedenle yeniden hatırlamak gerekir: Etkinlikler eğitimsel sürecin doğal bir parçasıysa anlamlıdır. Çocukları vitrin malzemesi olarak değil, gelişim yolculuğunun öznesi olarak gördüğümüzde; işte o zaman sahnede bir gösteri değil, gerçek bir öğrenme ışıldamaya başlar.
Kalemine sağlık değerli hocam
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Sil"Çocuklar, bir okulun tanıtım materyali değil; eğitim sürecinin en temel özneleridir. Bir öğretmenin mesleki niteliği, sahnede sergilenmiş gösterilerle değil; öğrencileriyle yıl boyunca kurduğu güvene ve sağladığı duygusal iklime bağlı olarak şekillenir. Eğitim yılı sona erdiğinde öğrencinin hafızasında yer eden şey, kusursuz koreografiler ya da ezberlenmiş metinler değil; sınıf içindeki samimi, destekleyici ve insani bağlardır."
YanıtlaSilÜzerinde çokça düşünülmesi gereken cümleler👌 Bu güzel makale için teşekkürler Enes hocam🙏
Çok teşekkür ederim hocam.
SilEnes hocam çok güzel noktalara değinmişsin. Ben 23 Nisan gösterimden sonra bir öğrencim gelip öğretmenim çok güzel yaptık, rezil olmadık demişti. Ben bundan çok etkilenmiştim. Hem öğretmenin hem de velilerin baskısıyla öğrenci kendisini çok baskılanmış bir şekilde hissetmiş olabiliyor. Bu durumda aslında yapılan işin daha kötü gözükmesine sebep oluyor
YanıtlaSilHocam aslında biz öğretmenler mesleki standartları bozup sonra bu durumdan şikayet ediyoruz. Çocukların verdiği mesajlar üzerinden devam edin hocam.
SilYıllardır velilere idarecilere anlatmak istediklerimizin bu denli ayrıntılı kaleme alınması emeginize sağlık
YanıtlaSil